15 Eylül 2011 Perşembe

Şenlik 12

Krosan Ponçik, Ada orta sonu bitirip, mutfak balkonunda gizliden sigara içmeye başladığı yaz, Love Buzz adıyla, müzik aleti çalmak şöyle dursun, henüz bir gitarı yakından görmüşlükleri bulunmayan dört adet oğlan tarafından, dört gümüş kuru kafa motifli yüzüğün bağlayıcı aktiyle, askeri lojmanların çay bahçesinde kuruldu.

Önce o yıl ölen Kurt Cobain’in de yüreklerini coşturan anısıyla grunge çalmaya heveslenen grup üyeleri, zamanla 70’li yılların Türkçe rockunu ve İngiliz üstadların naif tadını benimsedi. Oğlanlar liseyi bitirdikleri sene, grubun adı Hakan Pastanesi’nde ani bir neşe patlaması ve oy birliğiyle, “Krosan Ponçik” olarak vaftiz edildi. Ki artık grubun hepsi birden vokalist olmaya hevesli elemanları, Ada’nın ısrarcı otoritesi altında yılmış ve grubu var eden diğer çalgılara tamah etmişlerdi.

Üniversite yılları boyunca yer yer dağılıp birleşerek varlığını sürdüren grup, sekiz senelik mevcudiyetinde biri sağnak yağmura teslim olan iki mini konser ve üç orjinal şarkıdan öte bir başarı kaydetmedi. Hatta bir araya gelip prova yapmayalı neredeyse bir yılı aşkın süre olmuş, oğlanlar bu süre içinde en fazla internetten arada bir selamlaşarak, ilişkilerini sürdürmüşlerdi.

Yine de Ada Mayıs’ın ortasında bir Cuma akşamı, “Grubu topluyoruz, yarın konserimiz var” dediğinde kimse duruma itiraz etmedi. Çeşitli ders kitaplarının altına sıkışmış akorlar bulundu, annelerin üzerine tığ işi örtü serdiği Marshall anfiler, İstanbul ziller, taksilere yüklenip, tüm İstanbul’u aşma pahasına, öyle saatlerinde şenlikli üniversitenin bahçesinde hazır edildi.

Çete uyandığında Eleni Teyze evde yoktu. Misafirler konakladıkları evin ihtişamını ancak, yere serilmiş gazetelerin üzerinden Mayıs güneşiyle dolu odaya uyanınca anlayabildiler. Üç katlı cumbalı evin alt katı dükkan, diğer iki katıysa Eleni Teyze’nin “Nuh’un Gemisi” temsili gibiydi. Eleni Teyze büyük bir tufandan gemisine hayvan değil eşya, mümkünse başkalarının kullanılmış eşyalarını yüklüyordu. Üstelik bunu yapmaya uzun yıllar önce başlamış olmalıydı, zira evin iki katının dört odası, bir genişçe holü, mutfağı, iki tuvaleti ve hatta merdivenleri boyunca duvalarına tavana kadar eşya yığılmamış tek bir nokta bulunmuyordu.

Eşyanın ezici yükü karşısında çete yutkundu, geriledi, hatta neredeyse telaşa kapıldı. Zira tüm o hazine değerinde yığını karıştırmak, kurcalamak, içinden ilmek ilmek hikayeler sökmek arzusuyla yanıp tutuşmalarına ramen, eve sinmiş lanetin kokusunu duyabiliyorlardı. Bir süre hiç konuşmadan odaları gezdiler.

Olcay’ın yarı uyanmış bakışları altında nesne halinde acıya, umuda, unutuluşa ve hatıraya dokunarak düşündüler. Kızlar yığınlar arasından birer kıyafet aşırıp koyunlarına soktu. Ve çete, alışık oldukları üzere minnetin zerresini bırakmaksızın evden çıkıp, tabana kuvvet Boğaz yoluna koyuldu.

Üniversite konumu itibariyle şanslıydı. İstanbul Boğazı’na bitişik o güzel bahçenin ortasına bir sahne kurulmuş, geri kalan alanlara ise gençlere yönelik markalar çeşitli standlar yerleştirerek, festivalde kapitalizmin keyfinin iyice çıkartılmasını garantilemişlerdi. Öyle ki Krosan Ponçik grubu, en az onlar kadar zavallı bir üniveriste grubuyla beraber, festivalin yegane sponsorsuz etkinliğine tekabül ediyordu. Fakat Ada hariç diğer Krosan Ponçik elemanları değil bunu sponsorsuzluk durumunu kavramak, neden orada olduklarına bile tam olarak ikna olmuş değillerdi.

Kızlar sulu stand birası ve cipsle sahil kenarında kahvaltıya oturduklarında, Krosan Ponçik üyeleri Özgür, Caner ve Hakan kolları sıvayarak eşyaları arabadan sahne arkasına taşımaya başladılar. Bu çalışma esnasında sürekli sigara içen ve komut veren Ada’nın elinden bir gramlık eşya geçmemesine ise hiç aldırış etmediler. Ve Olcay, hala neden bu ekiple beraber olduğunu anlayamamış aşk çocuğu, bir süre sonra ilgisizlikten bunalıp somurtarak kampüsün içinde kayboldu.

Özgür namı diğer gitarist, aslen Ada’nın en eski arkadaşıydı ve Ada’yı seksenler boyunca beyaz pamuklu çorap ve saç bandıyla kaykay yaparken görmüş olmanın haklı samimiyetini taşıyordu. İçindeki fırtınalardan sır vermez yapısıyla sessiz ve ancak çok komik bir şey söyleyeceği zaman açtığı ağzıyla bulunmaz bir dosttu.

Yine de Ada’nın listesindeki yeri üniveristeye girdikleri sene gerilemeye başlamış, sonra da ancak çok alkollüyken atılan yalanlarının ekürisi sıfatıyla adı anılır olmuştu. Aslında Özgür’ün Ada’dan tek farkı, sadece göründüğü gibi olmasıydı. Bir mühendisti, asker bir babanın iyi aile çocuğuydu, efendiydi ve ara sıra gay sitelerine bakması dışında Özgür hakkında söylenebilecek tek şey buydu.

Basçı Caner kızıl saçları ve çilleriyle özellikle annesinin yeşil giydirdiği günlerde orman cini gibi her türlü haşarılığı yapmasıyla nam salmıştı. Dışlandığı oyunları taşlar, çağırılmadığı pasta limonatalı doğum günlerini su dolu balonlarla basar ve çoğunlukla başkalarının işlediği suçlar yüzünden babasından eski usül, kemerli dayaklar yerdi.

Hayatı boyunca öfke duymadığı tek bir insanla tanıştı ve henüz 23 yaşındayken kaçıp, onunla evlendi. O sıralar evliliğin iki insan arasındaki ilişkiyi kıyasıya bir mücadele ve öfke dansına dönüştürdüğünden haberi yoktu tabi Caner’in. Haber kendisine ulaştığında karısı çürüklerini ova ova evden ayrılmıştı çoktan.

Caner’in genç yaşta evlilik tuzağına yakalanıp, babasının eline bakan işsiz bir gizli alkolik oluşunu kendince olumlu yorumlayanlar da vardı Krosan Ponçik’te. Hakan, Ada’nın daimi rakibi, henüz fakülteyi bitirmeden internet işine dalmış, bilmemne markasının hede ürününe web uygulamaları yaparak küpünü bir miktar doldurmuştu. Grupta vokalden cayıp, davula başlaması ise sadece “Kızlar bir punk rock grubunda ikinci sırada davulcuya verirler” efsanesine inanmasındandı.

Eşya taşıma işlemlerini neticelendiren Krosan Ponçik üyeleri, yarım saat kadar sonra sahilde, kahvaltılarının katı kısmını tamamlamış kızlara katıldılar. Denizin rengi bir sigara içiminde on kez değişiyordu. Oğlanlardan biri ikram dolabından bir şişe viski çıkartmış, biri de kantinden Napoliten kapmıştı. Kuzeyden küçük bulutlar kopup geliyor ve onları taşıyan rüzgar ara ara sahildekilerin içine ufak tatlı ürpertiler yayıyordu.

- Sulu bira aslında gerçekten iyi bişey. Yani susadığında tek yapman gereken, biraz daha bira içmek. Çok pratik. bildiridi P.
- Bira içmenin yegane problemi, ona veda etmekle ilgilidir Prensesim. Barların sidik kokan tuvaletlerindeki kuyruklar, gecenin ilerleyen saatlerinde giderek daha ilginç manzalarala sahne olur. Her tuvalet seferi bir çılgınlıktır artık; kadınken erkek çıkanlar, yan klozette iş tutanlar, kusan, ağlayan ve telefonda ayrılık konuşması yaparak üzüntüden bayılanlar yumak olur. Bu yumağın kıyısında zonklayan mesaneniz ise her seferinde, “çok alkol, az suuu” diye inleyecektir.

Ben’in beylik tespitine Krosan Ponçik bir ağızdan güldü, hepsi kızlara en uygun yalakalık anını kollamaya çalışırken Hakan, düz giderek elindeki viski şişesini uzattı. “Sulu birayı tatlandırmak için kaliteli viskiye ne dersin?”

- Aslında siz ve kaliteli viskiniz teşrif etmezden önce, biz de Prenses hanımla aynı mevzuyu tartışmaktaydık Hakan bey. Sulu biranın ümitsizce arandığı tek bir kankası vardır; su emen.
- Nefes
- Yeşil
- Çift kağıtlı
- Jo
- Duman
- Sarma
- İlaç
- Ot
- Bitkisel
- Bunu epey uzatabiliyorlar, kızların lafını nihayetlendirdi Ada. Kızlar esrara isim takma oyununu gerçekten epey uzatırlardı.
- Onun da kolayı var, çağıralım birini hemen.

Hakan eli açık oynayacağını ilan ettiği an, kızlar daha sevimli bakmaya başladılar. Bir yandan alışverişi planlıyor, öte yandan suratlarında özenle seçilmiş beklentili ama nazik bir gülümsemeyle Hakan’a bakıyorlardı. Bu manalı bakışlar Hakan arabasının anahtarlarını, alışveriş parasını ve torbacı numarasını kızlara teslim edene kadar sürdü. Teslimat gerçekleştiğinde, bunu gayet doğal karşılayan P. omuz silekerek; “Biz gelene kadar siz de prova yaparsınız hem. Yaparsınız di mi Ada?” diye ünledi.

- Bu grup elemanlarının tamamı, repertuarlarındaki parçalarının her birini, 120 km hızla döndüğü virajı alamayıp bariyerleri parçalayarak yamaçtan uçan bir Wolsvagen’in arka koltuğunda çalabilecek denli olaya hakimdir Prenses hazretleri.

Lafına katık, az önce ele geçirdiği viski şişesini havada salladı Ada. Yine büyük sallamıştı.